İnanç (Şubat, 2. Hafta)
- Sibel Okan
- 18 Şub 2024
- 2 dakikada okunur

Yaşam olduğu haliyle akıyor. Her şey an’da yaşanıyor. Yaşamı yaşamak için an’da olanı görmek, kendini o an’da olduğun halinle bilmek gerekiyor.
Dikkatini ancak an’a getirdiğinde olduğu haliyle ve olduğun halinle yaşayabilirsin. Olanı ancak olduğu gibi kabul ettiğinde görebilir, kendini ancak olduğun halinle kabul ettiğinde bilebilirsin. Ancak an’da olanı kabul ettiğinde yaşamı olduğu gibi deneyimleyebilirsin.
Yaşamı olduğu haliyle deneyimlemek için inanca ihtiyacın yoktur. Güneş ışığını, ağaçları, çiçekleri, nehirleri, bülbülleri görürsün, koklarsın, duyarsın, dokunursun, tadarsın, hissedersin, bağ kurarsın; sendeki etkisini beden duyumların, duyguların, düşüncelerin aracılığı ile deneyimlersin. Bunun için inanca ihtiyacın yoktur. Ya da bu yaşadığın şeyin, yaşamın kendisinin, inançla bağlantısı yoktur. An’da her ne oluyorsa an’lık yaşanır. Ve yaşam denilen bir bütünse, an’da yaşananların birbiri ardına dizildiği bir dizi deneyimden ibarettir.
Kendini an’da olmayan bir şeye inandırmaya çalışıyorsan orada inanç gerekir, inanç ile an’da yaşam aynı yerde barınamaz. Çünkü inanç, zihin işidir. "Önce"yle ya da "sonra"yla ilişkilidir. An’da deneyimlenmez. An da inançla deneyimlenmez. Olan, ancak an’da varsa vardır, yoksa yoktur. Zihnin var mı yok mu dediği yerde önce ya da sonra devrededir. Olana inanıyorum diyorsan önce ya da sonranın tuzağına düşüyorsun demektir. An’ı, gerçek olanı kaçırıyorsun demektir. İllüzyonda yaşıyorsun demektir. Yaşadığını sanıyorsun demektir…
Bir şeye, kişiye, görüşe inanma isteği korkudan gelir. An’da olandan korku… Çünkü an’da olacak olan bilinmezdir, ön görülemezdir, tanıdık değildir, yeniliktir. Ön görme çaban, kontrol etme isteğin yine zihinden gelir. Önce ya da sonra ile ilişkilidir. Seni an’dan koparan, gerçekmiş gibi görünen sinsi bir illüzyondan ibarettir.
Bilinmeyen, ön görülemeyen, tanıdık olmayan, yenilik bazılarına korku getirir. Yeniye bakmak cesaret işidir. Korkuyu cesaretle göğüslemek gerekir.
Korkuya rağmen an’da olanı deneyimlemekse yaşamın ta kendisidir. Bilmemeye razı olmak an’da yaşamın ön koşuludur.
Günümüzde din de inanç ile bir tutulur. Halbuki din inanmanın ötesindedir. An’da olanı reddetmez, tam tersi; din an’da olana davettir. Mal mülk ile, insanlar ile, fikirler ile, önce ya da sonra ile olan ilişkini anlamaya davet eder seni, an be an. Dinin öğütlediği pratikler de bu ilişkiyi anlaman için birer araçtır sana sunulan, işini kolaylaştırman için. Bedeninle olan ilişkine bakarsın, ruhunla düzenli olarak bağ kurarsın, dinlersin içini, duygularını, zihnini, nefsini farklı yollardan tanır ve ego kimliklerinden birer birer arınmaya başlarsın. Bunu ancak an’da olana bakmaya cesaret ettiğinde; başkalarının görüşüne inanarak değil kendin olanı an’da deneyimlediğinde, gelecek korkunla değil kendini tanımaya odaklı hareket ettiğinde, pratiklerin zahiri anlamından öteye, manasını görmeye cesaret ettiğinde deneyimleyebilirsin.
An, olandır. Özün, olduğun halindir. Din, an’da olana davettir. Her biri, içinde özgürlüğü barındırır, öncesi ya da sonrası ile ilgilenmez, sevgiyi barındırır. Olan her ne ise onunla ilgilenir.
İnanç ise zihin işidir, kısıtlayıcıdır, korku ile ilişkilidir.
Bu özellikleri bilmek ve ikisinin ayırdını yapabilmek önemlidir. Ana özelliklerini idrak ettikçe yolunda hangi yöne gittiğini ayırt edebilirsin, seçimlerini sevgiden ve özgürlükten yana yapabilirsin.
“Eğer zihnimizin özdeşleştiği inançlarımız yoksa o zaman zihin, kimliği olmaksızın, kendini olduğu gibi görebilir ve işte orada, insanın kendini anlamaya başlaması vardır.”(1)
1.Yaşam Kitabı, J. Krishnamurti.
Comments